1960’lı yıllarda Almanya ve Türkiye arasında yapılan anlaşmalar sonucunda Anadolu’nun dört bir yanından Almanya’ya işçi göçleri başladı. Bununla birlikte diğer Avrupa ülkelerine de devam eden yıllarda göçler artarak devam etti. Aslında başlangıç için bu durumu ‘göç’ olarak ifade etmek doğru olmayabilir çünkü ilk nesillerin geliş amacı, Almanya veya Avrupa’da bir hayat kurmak değil, bu ülkelerin sunduğu iktisadi imkanı kendi ülke ve bölgelerine taşımak idi. Yani Türkiye’de ki mevcut yaşamlarına bir katkı sağlamak, kendi bölgelerinde olan imkanları artırmak gibi niyetlerle gelinmiştir. Neticede başlangıçta öyle de oldu ve Almanya başta olmak üzere Türkiye’ye bölge bölge, küçük küçük yatırımlar oluşmaya başladı. Yine bu iktisadi hareketlilik Avrupa’ya olan ilgiyi artırdı, çalışmak üzere gelmek isteyen insanların sayısı artmaya başladı.
Almanya başta olmak üzere Avrupa genelinde oluşmuş bu insan kaynağına olan ihtiyaç, küresel ekonomik ortamın da ilerlemesi kapsamında artarak devam etmiştir. Türk insanı için başta koyulmuş olan bir kaç yıllık çalışma hedefi de uzamaya başlamıştır. Bu hem Avrupa’nın hem de Türk insanının beklentileri doğrultusunda gelişmeye devam etmiştir çünkü Türk insanı geride kalan ailelerinin ihtiyaçlarını gidermeye devam edebilmek için iyi bir kaynak olan Avrupa’da ki varlığını biraz daha ötelemiş, Avrupa’nın insan kaynağı açığı da bu kapsamda kısmen karşılanmaya devam etmiştir. Dolayısı ile Türklerin bu ülkelerde geçirdiği süreler uzamış, farklı bir sosyal kültüre ihtiyaç doğmuştur.
Avrupalı Türklerin Kalıcı Olmasında ki En Etkin Unsur
Türk insanı, dünya milletleri içerisinde üretkenliği, artan genç nüfusu, kültürel etki potansiyeli ve özellikle kültürel bağlılıklar noktasında özgün bir sosyal yapıya sahip ender toplumlardan bir tanesidir. Tabi bu özellikler günümüz şartlarında dünyada hakim olan kültürlerin (batı kültürü) de etkisi altında olmakla birlikte bölge bölge tahribatlar oluşsa da, Avrupa’ya çalışmaya gelinen dönemlerde çok daha güçlü duygulardır. Yani kültüre, değerlere bağlılık ilk gelen nesillerde hem sosyolojik açıdan daha yüksek hemde kimliğin daha fazla ön planda olması hasebi ile çok önemli ayrıcalıklardır. Dolayısı ile bu geçici süreç içerisinde ‘kendini muhafaza etme’ duygusu çok daha hakim bir bakış açısıdır. Bu bakış açısı aynı zamanda çalışılan ülkenin dilini öğrenme ihtiyacının da önünü kısmen kapatmıştır ancak bu sadece Türk insanının öğrenmeme talebi ile değil, aynı zamanda sosyal olarak dışta kalmasından ötürüde kaynaklanmıştır. Yani genelde ilk nesiller dil öğrenmemekle ilgili eleştirilmiştir ancak ifade ettiğimiz gibi bu yalnız o isanların tercihi değil, aynı zamanda bölge bölge dışlanmış olma, zaman zaman sosyal etki alanının Avrupalılar tarafından da engellenişi de önemlidir. Aidiyet duymadığınız veya ötelendiğiniz bir toplumun değerlerine olan talepte doğal olarak azalır, Türk insanı da bu ve benzer konulardan ötürü daha içe dönük bir süreç yaşamıştır.
Takip eden yıllarda Türkçe Avrupa’da konuşulan bir dil haline gelmiştir. Ancak Türkçe’nin Avrupa’da ki en büyük dönüşümünün ve aslında ‘Avrupalı Türkler‘ kavramının doğum süreci ise ‘ailedir‘. Yani Avrupa’da çalışmaya devam eden Türkler, buralarda kaldıkları sürenin uzaması neticesinde Türkiye’de ki ailelerini de peyder pey yanlarına almaya başlamaları farklı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Bazı aileler öncelikle eşlerini (Türk kadınlarını) getirmeye başladı, ilerleyen süreçte ise çocukların gelmeye başlaması ile süreç devam etti. Daha sonra Avrupa’da ‘Türk Aile’ sosyal çevresi oluşmaya başladı ve aslında Türklerin Avrupa’da kalıcı hale geliyor oluşunun temelleri sürecin bir doğal sonucu olarak şekillenmeye başladı. Yani temelde belirleyici unsur, Avrupa’ya çalışmak için gelen insanların ailelerini yanlarına getirmeleridir.
Türk insanının kültürel bağlılıklarını ifade ederken bahsini ettiğimiz konuya ek olarak, Türk toplumunda ve sosyal hayatında ki en temel kavram şüphesiz aile kavramıdır. Aile, Türk toplumunda değerlerin; kültürün, dilin gelişiminde en temel ögedir. Dolayısı ile ailelerini yanına alan işçi statüsünde ki Türkler, kültür ve dil noktasında hakimiyet elde etmeye başladılar ve Türkiye’de ise Avrupa’nın genelinde çalışan veya yaşamaya başlayan insanlar için ‘Almancı‘ kavramı kullanılmaya başladı. Hangi Avrupa ülkesi olursan olsun, Türklerin Avrupa’ya çalışmak için geldikleri ilk ülkelerden biri Almanya olduğu için Almancı kavramı genel bir ifade olarak kabul görmüştür. Sonuç olarak ailesi ile sosyal kimliğini Avrupa’ya taşıyan Türkler, Avrupa halkları arasında bir etkin unsur ve kültürel topluluk olarak kendi değerlerini Avrupa’da oluşturmaya başlamıştır.
Aile yapısında bir diğer önemli konu şüphesiz kadındır. Kadın ailede oluşacak olan atmosferi belirleyeci rolü ile öne çıkar, aile fertlerinin ilişkilerinde de birleştirici unsur kadın yani annedir. İşte bu birleştirici, bütünleştiricilik rollü Avrupalı Türkler açısından da önemlidir. Türk ailelerinde anne, korumacı ve öğretici kişi olarak olgunluk kazanmıştır. Burada dikkat çeken ifade “korumacı” ve “öğretici” rolünün annede daha yoğun olmasıdır. Avrupa’ya çalışmaya gelen bireyler, ailelerini yani eşlerini yanlarına almaya başladıklarında aslında Türk kadınının korumacı özelliğini de Avrupa’ya getirmiş oldular ve Avrupalı Türkler tarihinin belirgin şekilde oluşmasında Türk kadını ve Türk anne kimliği bu yazımızın en büyük kaynağıdır. Şu ana kadar bahsettiğimiz ve bundan sonra da bahsedeceğimiz bütün konular aslında Türk kadınının etkisi ve gölgesinde gelişmiş, şekillenmiş ve yolunu bulmuş konulardır.
Aile, Türk toplumunun kimliğinin belirlenmesi ve sosyal değerlerinin oluşması noktasında ki en büyük etki alanına sahip argümandır. Kültürün, değerlerin, dilin ve kişiliğin kazanımı aile ile başlar ve ailelerin bir araya getirdiği, aynı ilkeye sahip sosyal çevre ile olgunluk kazanır. İşte Avrupa’da yaşayan Türk insanının kendi kimliğinin oluşması, dilini konuşması ve benliğinin tahribatlara karşı direnmesi noktasında başta aile, daha sonrada çevre önemi reddedilemez bir olgudur. Avrupaya gelen ailelerin oluşturduğu ve nispeten içe dönük (diğer toplumların sosyal yaşantısına uzak) sosyal yaşantısı, Avrupalı Türklerin özgünlüğünü desteklemiştir. Bugün geldiğimiz noktada ise Avrupa genelinde farklı büyük organizasyonlarda Türk insanı bireysel veya topluluk olarak öne çıkan etnik gruplardan bir tanesi haline gelmiştir. Kendi değerleri çevresinde kurulan sivil toplum kuruluşları, ibadet merkezleri, iş insanları toplulukları, sosyal yaşam alanları ve daha nice farklı noktalarda kendi çevresini oluşturan Avrupalı Türklerin bu sermayesi, Türk aile yapısının bir ürünüdür.
Türk kültürü ve kimliği açısından ailenin önem arz ettiğini ifade ettiğimiz bu noktada, yine gelecek yılların muhasebesini yaparken de bu konuyu merkeze almak çok önemlidir. Yani eğer Türkler gelecek elli, yüzyıl içerisinde yine değerlerini, dilini ve kültürel sermayesini muhafaza etmek istiyorsa aile meselesine ehemmiyetini sürdürmek mecburiyetindedir. Bunun bir ispatı olarak Avrupalı Türklerin yoğun yaşadığı ve ilişkilerin sağlam olduğu Avrupa şehirlerinde gençlerin daha fazla Türkçeye hakim olduğu çok doğal gözlemlenebilen bir konudur. Bunun tam aksine, aile konusunda sorun yaşayan çevrelerde ve Türkler arası iletişimin olmadığı bölgelerde yaşayan insanımızın Türkçeye ve kültüre hakimiyeti çok daha sınırlıdır. Dolayısı ile aile başlığı Avrupalı Türkler kavramının gelişiminde katkısı reddedilemez bir meseledir.
Avrupalı Türkler Açısından Dil ve Kimlik İlişkisi
Aileden bahsettiğimiz konunun hemen arkasından gelen en büyük etki alanına sahip konu, şüphesiz dildir. Dil, yalnızca insanın kendini ifade etme çabasına hizmet etmez aynı zamanda kültürün, değerlerin ve kimliğin kuşaktan kuşağa aktarılmasına da hizmet eder. Kişinin bir dil ile kendini ifade ediş biçiminde kültür vardır, toplumun değerleri, toplumsal farklılıkların izleri vardır. Bu açıdan dil çok net çizgilerle kimliği belirleyen, tanımlayan ve koruyan argümandır.
Dili ifade ederken bir çok kaynak dili yaşayan bir varlık olarak ifade etmektedir çünkü konuşulduğu toplumun ve çevrenin uğradığı değişim ve de gelişimle doğrudan etkilenir. Dilde ki değişim de doğrudan toplumu etkilemektedir, yani dil ve toplum arasında doğrudan ve dolaylı olarak çok fazla ilişki vardır. Dolayısı ile kimliğin ve kültürün oluşması, muhafaza edilmesi konusunda dil temel girdilerin en önemlilerindendir.
Dil, ailede konuşulmaya başlar. İşte bu ifade tam olarak meselemizin özetini ifade etmektedir. Yani kimliğin oluşumunda ki ilk girdimiz aile idi, ikincisi ise dildir çünkü dil bahsini ettiğimiz üzere toplumsal farklılıkları, kimliği barındırır aile ise bireyin sahip olduğu ilk çevredir. Dolayısı ile Türkçe konuşulan bir ailede dünyaya gelmiş olan birey, daha ilk zamanlarından itibaren toplumsal farklılıklarla öğrenmeye, anlamaya ve ilerleyen zamanlarda kendini yine aynı kavramların etkisi ile ifade etmeye başlar. Yani bir birey daha doğar doğmaz aile ve dil ile kimlik oluşumuna başlar, sonuç olarak Avrupalı Türklerin yaşamlarında da bu tezi destekler şekilde gözlemlenmektedir.
Avrupalı Türkler kavramının gelişim sürecinde de dil en büyük öneme sahip ikinci meselemizdir. Ailelerini yanlarını getiren Türk işçileri, kendi dillerini daha fazla konuşmaya başlamışlardır, hem ailelerinden hem de aile içerisinde konuşulan dilden ötürü alternatif bir sosyal yaşam, Türklerin yaşadığı çevrelerde öne çıkmıştır. Almanya özelinde konuşacak olursak, Almanların Türklerle birlikte diğer milletlerden gelen işçilerle sosyal yaşamlarını ayrı tutması, bu işçilerin kendi dillerini konuşmalarının önünü daha fazla açmıştır çünkü toplumsal etkileşim, iş hayatının dışında çok fazla oluşmamıştır. Bunda tabii Avrupalı ve Türklerin sosyal yaşam farklılıkları da etkili olmuştur fakat bu durum da Türklerin kimliğinin korunmasında etki sahibidir. Yani Avrupalıların sosyal yaşamına doğrudan dahil olmamış, ailelerini beraberinde getirmiş olan ve buna ek olarak kendi ana dilini konuşmaya devam eden Türkler, Avrupa’da kendi kimliğini oluşturmuştur.
Dilin yaşayan bir varlık olduğunu ifade etmiştik, yaşadığı bölgesi değişen dil de ister istemez bu coğrafi değişiklikten etkilenmektedir ve farklı bir yaşam formuna dönüşebilmektedir. Aradan geçen yıllar, Avrupa’da doğan yeni nesillerin de etkisi ile dilde değişikliğe kısmen uğramıştır. Hatta ‘Almancı’ kavramının gelişmesi ve sempatiklik kazanmasında da etki sahibidir, çünkü yeni doğan kuşaklar ilk nesle göre Avrupalılarla daha fazla etkileşim içerisine girmiştir. Okullar, sosyal çevre gibi meselelerde bir önce kuşaklara göre daha fazla iletişim oluşmuştur. Yine aynı zamanda bu yeni kuşak Avrupa dillerini de konuşmaya başladığı için farklı kavramlar gelişmiş, Türkçe kullanılan ifade biçimlerine de yansımıştır. Özetle yeni doğan nesiller ile birlikte Türkçe, Avrupa’da konuşulduğu formatında değişikliklere maruz kalarak çevreye ve ihtiyaçlara göre gelişim göstermiştir. Almancı ifadesinin sempatikliği de tam olarak buradan gelmektedir. Yani Avrupa’da doğan ve büyüyen çocuklar, Türkçeyi kullanırken etkilendikleri Avrupa dillerinin kurallarını da istemsiz olarak Türkçe ile birlikte kullanmaya başlamışlardır (Herkes için geçerli değil elbette).
Avrupalı Türkler kavramının gelişiminde ki iki mesele yani aile ve dil, ifade ettiğimiz gibi kimliğin oluşması noktasında büyük öneme sahiptir. Hatta bu konunun detaylarında ispatı çok daha fazladır. Bundan ötürü Avrupa’da yaşayan Türklerin benliklerinde ki olumlu veya olumsuz değişiklikler dil ve aile kurumu ile doğrudan ilişkili olduğu gözlemlenen bir konudur. Bu konunun da özetinde, Avrupalı Türklerin kendi değerlerini; farklılıklarını, kültürlerini ve hatta Avrupa’nın ortasına taşıdıkları ve yeniden form kazandırdıkları benliklerine sürdürülebilirlik kazanması noktasında odaklanması gereken sermayelerin en önemlisi dil ve ailedir. Elbette buna ek olarak tarih, sanat, edebiyat gibi başlıkları da dahil etmek gerekmektedir. Biz bu başlıkların detaylarına bu yazımızda yer vermeyeceğiz ancak yine ek olarak ifade etmekte önemlidir. Dolayısı ile kimlik kavramı aile, dil, tarih, sanat, edebiyat gibi diğer kavram ve disiplinlerle beslenmektedir. Bu açıdan Avrupalı Türklerin kimliğini koruması, değişikliklere ve çevreye göre özgün bir form kazandırması noktasında bu kavramlar da etki sahibidir.
Umuyoruz doğru ifadelere yer vermiş, doğru noktalara parmak basmış ve faydalı mesajlar vermişizidir. Şayet bu konu berlinDEyiz platformunun da kuruluşunun ve sürdürülebilirliğinin mihenk taşlarıdır. Dolayısı ile berlinDEyiz, Avrupa genelinde konuşulmaya devam eden dilin, yaşatılmaya devam eden kültürün dijital bir ürünüdür.